Bu Blogda Ara

25 Ocak 2014 Cumartesi

Bir Sonraki Tanıtıma Ön Yazı - Dizileri Nasıl Algılıyoruz? :))


Selamlar Sevgili Çingularım!

Bugün, dizi sektörü hakkında birazcık içimi dökmek istedim; sıkılan olursa "çarpı işareti" yukarıda :)

Biliyoruz ki diziler ve filmler bize tasarlanmış bir gerçeklik ya da hayal dünyası sunar. Bir süreliğine hayatımızın olağan akışından uzaklaşıp kendimizi bu dünyanın içinde buluruz. Karakterlerin dramına ağlar, kavuşmasına sevinir, yaşadıkları tehlikelere heyecanlanırız. Hani bazı şeker teyzeler vardır (ben çok gördüm onlardan), televizyonla konuşur; "Evladım girme oraya", "Kaç kızım kaç!", "Ay o adam yaramaz sana, bakma ona" diye karakterlere öğütler verirler.  Biz de sanırım onların bir üst modeliyiz; "Öyle son mu yazılır?", "Neden onu seçti ki ama yaaa, boşuna izlemişim o kadar bölümü", "Hayır ama hasta olamaz şimdi offf" gibi yorumlarla senariste, yönetmene veryansın ediyoruz mesela. :))


Çoğumuz elimizdeki kumaşı sadece ekranda gördüğümüze göre biçiyoruz. Mesela karşılıklı tartışan iki karakter gerçekten kin kusuyormuş gibi hissediyoruz. Aslında biliyoruz ki bazen o çekimler ayrı ayrı yapılıyor; Hürrem Sümbül Ağa'yı azarlarken, Sümbül daha makyaj odasında. :)

Aynı şekilde oyunculara da onları izlediğimiz karakterlere göre kişilikler yakıştıranımız oluyor. Hep kasıntı rollerde gördüğümüz aktörün köpüşüyle aşk yaşarken çekilen bir fotoğrafına rastladığımızda "oha bu o muuu, nasıl yaaa?" diyoruz. Çok zarif karakterler canlandırmış aktrisi sevgilisiyle görünce "ay bu adamla mı birlikte, ne alaka?" oluyoruz.


Kardeşim bu sektörde çalışıyor; benimse alakam yok. Sadece üniversitede ve iş yaşamımda amatör olarak yaklaşık 8 sene tiyatro yaptım. Orada bile insanların oyuncuyu nasıl kalıplara soktuğunu gördüm. Bir oyunda politikacının metresini oynuyordum mesela. Hiç bir erotik denebilecek sahne, açık saçık ve seksi kostüm yoktu; ama hatun son derece feminen bir karakterdi; banyodan sevgilisine "sırtımı sabunla" diye seslenmeler, kanepede şampanya yudumlamalar falan... 

Oyun sahnelendikten sonra, okulda insanlar görüp çeviriyor, tebrik ediyor, sonra da "aa hiç alakan yokmuş yalnız o rolle" diyorlardı. Nasıl olsun? Ben o zamanlar yazılı bol pantolonlar giyen, saçını iki topuz yapan, makyajla da pek arası olmayan bir tipim. Ne öyle ahım şahım bir güzelliğim var, ne seksiliğim... Banyodan sevgilimi çağırırken kulistekiler şuh bir şekilde yıkanıyor gibi hareketler yaparak paso beni güldürmeye çalışıyor; sevgilimi oynayan bana sürekli aşık olduğu kızı anlatan kankam, durmadan atıştığım tip aslında sevgilim...

Amatör bir ekipçe sahnelenen oyunda bile insanlar az da olsa o gerçekliğe kapılıyor işte. Çünkü o esnada kuliste telaşla giyinip soyunanları, ışık odasıyla hararetli telsiz konuşmalarımızı, birbirimize yaptığımız komiklikleri, aylarca ezber ve mizansen çalıştığımızı, dekor boyadığımızı, seyirci alınmadan önce sahnede tepine tepine dans ettiğimizi görmüyorlar. O bir-iki saatte deneyimledikleriyle sınırlı hakkımızdaki düşünceleri.


Dizilerde de durum aynı. O çok romantik, bembeyaz karlar içinde, bizi bizden alan sahne çekilirken; arkada elleri donduğundan mikrofonu sabit tutamayan ses asistanı, çay bardağıyla yerinde zıplayıp ısınmaya çalışan, devamlılık için sürekli tetikte "o eşya nerdeydi, sonraki sahnede yanlış yerde durmasın" diye pür dikkat kesilmiş sanat yönetimi çalışanları, kıçları donduğu halde odaklanmaya gayret edip, titremeden romantik resim vermeye uğraşan oyuncular...

Zavallı kardeşim sabaha karşı 02:00'de gelip 3 saat uyuyup servisle sete koşar mesela. Boş geçen dönemde dayı göbeği bağlayıp çekime başlayınca koşuşturmacadan 3 haftada filinta olur. İzin günleri aksesuarları çıkarmak için senaryoyu her detayına kadar okuyarak geçer.

Paralarını bu işten kazanıyorlar, elbette hakkını verecekler, yorulacaklar; ama sırf bir haftada 90 dakikayı tamamlayabilmek için bu kadar harap olmaları?

Kore'de de durum benzer... Çoğu dizi bölüm sayısı kısa olsa da yayım devam ederken çekiliyor ve genelde haftada iki bölüm yayınlanıyor. Set çalışanlarını görmüyoruz belki; ama bazen ben her ne kadar oyuncu tüm duyguyu izleyene geçirse de, yorgunluktan hafif kanlanmış gözlerine, o soğuk havada çaktırmamaya çalıştığı ufacık bir titremeye takılıveriyorum.

Biz "Nasıl yeaa bilmem ne var diye bu hafta bölüm yayınlamıyor mu" diye mis gibi evimizde, PC başında söylenirken, onlar kah attan düşüp bir yerlerini kırıyorlar, kah saatlerce tekrar alma sonucu güneş çarpmasından, soğuk ısırmasından bitkin düşüyorlar.

Yani kısaca kan değil o ketçap :D



Bu nedenle sonraki paylaşımımı sektörün kamera arkasına odaklanmış bir yapım olan Worlds Within'e ayırmak istiyorum. 

Böyle bir girizgah dizi tanıtımı için fazla uzun ve sıkıcı olduğundan, düşündüklerimi ayrı bir yazıda paylaşmayı tercih ettim.

O zaman Worlds Within'le tekrar görüşmek üzere; sevgiyle kalın...

Not: Değinmeden edemeyeceğim; çoğu dizi paylaşım sitesinde, özellikle de Koreantürk'te yorumlarda çevirmenlere o yüklenmeler nedir arkadaş? İnsanlar bu işten ne para kazanıyor ne CV'sine katkı; tamamen gönüllü olarak, sırf biz dilimizde izleyip mutlu olalım diye altyazı çıktığı anda işi gücü bırakıp harıl harıl çeviri yapıyorlar. Hayır zannedildiği gibi kolay bir iş de değil; bir arkadaşıma bir iki sefer broşür çevirmede yardımcı oldum; terimler, tabirler, deyimler... Yabancı dilin çok iyi olsun olmasın, doğru hissi geçirebilmek için durmadan sözlüktü, internetti araştırmak zorundasın. Bizim için işinden, dersinden, sınavından, sosyal yaşamından fedakarlık edip, sırf sevdiğimiz dizinin yeni bölümünü hemencecik izleyebilelim diye bu kadar emek veren gönüllü çevirmenlere teşekkür ediyor, halden anlamayarak şımarık bebeden farksız tavır sergileyenleri de kınıyorum. Budur efenim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder